Orhan Pamuk 1952 yılında İstanbul’da doğmuş Türk romancıdır. 54 yaşında Nobel Edebiyat ödülüne sahibi olmuştur. Orhan Pamuk bu eserini 22 yaşında yazmıştır. Bu roman 1983 yılında Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazanmıştır. Orhan Pamuk bir söyleşinde bu eserin, Thomas Mann’ın “Buddenbrook Ailesi” eserinden esinlenerek yazdığını belirtmiştir. Cevdet Bey ve Oğulları yapı olarak bir ailenin 3 nesil yaşamını anlatmaktadır.
Kitap Yorumu
Kitabımız kısaca; mutlu ve güvenli bir aile kurmak isteyen Cevdet Bey’in hayatını, ailesini, yaşadığı toplumu ve ruh halini anlatmakta olup, üç bölümden oluşmaktadır. Olay örgüsü yavaş ilerleyen bir kitap olmasına rağmen kolay okunmaktadır.
Cevdet Bey
Cevdet Bey; ailesini kaybetmiş, müslüman bir tüccardır. Yaşadığı toplum içerisinde ezildiğini ve sınıf ayrımına uğradığını düşünerek kendini aşağılanmış hisseder. Bu yüzden geçmişinden kaçar ve akrabaları ile görüşmez, onlardan farklı bir semtte yaşar. Evleneceği kişi ile de daha lüks bir yerde yaşamaya karar verir. Yaşadığı dönemde Fransızca’nın önemi dikkate alınarak Fransızcasını geliştirir. Hedeflerini dönemin siyasi olayları dışında tutarak ilerlemek ister. Mutlu huzurlu bir aile ve yaptığı ticaret işinde iyi olmayı amaçlamaktadır. Onun için ideal evlilik hedeflerinden biridir. Bundan dolayı evleneceği kişiyi kendisine uygun bir paşa kızı olan Nigan Hanımı seçmiştir. Bu durum tam da istediği gibi onun hayal ettiği hayatın bir parçasıdır.
Nusret
Cevdet Bey’in kendinden çok farklı görüşlerde olduğu ağabeyisi Nusret, bir doktordur. Dönemin Abdülhamit iktidarına karşı gelmekte olup, Paris’te Jön Türk hareketine katılmış ve verem sebebiyle hayatının son anlarını yaşamaktadır. Ölmeden önce Cevdet Bey’e, oğlu Ziya’yı yanına almasını ve onunla yaşamasının son dileği olduğunu söyler. Ziya ise sonrasında bu aile için bir sorun olacaktır.
Çocuklar ; Osman, Refik, Ayşe
Cevdet Bey ve Nigan Hanım’ın üç çocuğu vardır. İşleri oldukça yolunda, iki oğlu da kendisi gibi ticaret ile uğraşmaktadır. Büyük oğlu Osman yapacağı hataların bedelini en büyük çocuk olduğu için fazlasıyla ödeyecektir. Refik ise mühendislik okumuş ancak istemese de o da babasının işlerinin başına geçmiştir. En küçükleri Ayşe ise sessiz, bağımsız olmayan bir kızdır.
Ticaret
Cevdet Bey’e göre ticaret istikrar işidir. Nigan Hanım ise babasının Paşa olması sebebiyle eski konak hayatında yetişmiştir ve ailesinin geleneksel değerlerini korumak isteyen birisidir. Bayram yemekleri, nişan, düğün, sünnet gibi törenlere değer vermektedir. Ancak çocukları daha batılı tarzda yaşamak istemektedir. Yeni çiftler zaman ilerledikçe ayrı bir evde oturma arzusu taşımaktadır. Ancak Cevdet Bey’in bu duruma izin vereceği yoktur.
Refik’in Arkadaşları: Ömer ve Muhittin
Refik’in üniversiteden iki yakın arkadaşı vardır: Ömer ve Muhittin’dir. Ömer Avrupa’dan yeni dönmüş, kendi memleketinde çok para kazanmak ve her şeye sahibi olmak istemektedir. Akrabası olan bir milletvekilinin kızı ile nişanlanmıştır ancak onu da bir hevesle öylece bırakıverir. En sonunda hiçbir hedefine ulaşamamıştır.
Muhittin şair olmak isteyen bir gençtir. Sonrasında etkilendiği kişiler sebebiyle milliyetçilik akımına kapılmıştır ve en sonunla milletvekili olmuştur. Bu üç arkadaş zaman zaman biraraya gelerek birbirlerinin hayatı ve dünya düzeni hakkında tartışırlar.
Refik yaşadığı hayattan memnun değildir. Evinde ve işinde mutsuz olduğunu sık sık arkadaşlarıyla paylaşır. İçinde olduğu toplumu kusurlu görmesi sebebiyle bir anlam arayışındadır. Refik ise çevresinin onu anlamadığını düşündüğü için evi terk eder. Ömer’in yanına Elazığ Kemah’a gider orada toplumu gözlemler, ve insanlar için ne yapılması gerektiğini uzunca düşünür. Bir kitap yazar, sonrasında evine geri döner. Karısı ile sorunlarını halleder. Daha sonralarında babası öldüğünde ticaret işini yapmak istemediği için hisselerini satar bir yayınevi kurar. Sürekli olarak toplumun geri kalmışlığını düşünür, varoluşsal sancılar çeker. Sonunda karısı Perihan onu terk eder.
Üçüncü Nesil
Refik’in oğlu Ahmet’in ağzından anlatılan üçüncü nesil 1970’lerde yaşanır. Üçüncü kuşak artık konaklardan apartmanlara geçmiştir. Ahmet yurt dışında güzel sanatlar eğitimi almış, resim ve Fransızca dersleriyle geçimini sağlamaktadır. Nişantaşı’ndaki apartmanda tek başına kalır. Sevgilisi İlknur ile dertleşmeyi sevmektedir. Dönemin devrimciliğinden etkilenir. Cevdet Bey’in abisi Nusret gibi darbe ile düzen istemektedir.
Osman ise yaşlanmış ve işleri oğlu Cemil’e bırakmıştır. Cemil oğlu Cevdet’i Avrupa’da okutmak ister.
Nigan Hanım epey yaşlanmış, bilincini kaybetmiş bir ihtiyar olarak eski evde yaşar. Ailevi bağlar ve dayanışma gittikçe zayıflamıştır. Kimse birlikte yemek yemez, nadiren bir araya gelmektedirler.
Yorumlarım
Kitapta en sivri karakterlerden olan Cevdet Bey’in abisi Nusret geleneksel değerlerle ters düşmektedir. Bu kısımlarda geçen diyalogları çok beğendim. Kitabın diğer sevdiğim karakteri Refik ise idealisttir. Yaptıkları bana ‘Daha iyi bir hayat için ne yapmalıyım?’ sorusunu sordurdu. Ömer’in Nişanlısı Nazlıyı terk etmesi ve fikirlerini eyleme geçirmemesi sebebiyle dengesiz bir karakter olduğunu düşünüyorum. Kitabın kronolojik olarak ilerlemesini beğendim. Diğer okuduğum Orhan Pamuk kitaplarına göre daha kolay okunmaktadır. Bu sebeple bu kitaba bir şans vermenizi, sayfa sayısına takılmadan kitabı okuma listeniz almanızı tavsiye ederim.
Dönemler
İlk kuşak: Cevdet Bey Abdülhamit Döneminde yaşanmaktadır.
İkinci Kuşak: Refik , Osman ,Ömer, Ayşe Cumhuriyet Döneminde yaşanmaktadır.
Üçüncü Kuşak: Ahmet 1970’lerde yaşamaktadır.
Beğendiğim Sözler
“İdealizm iyi şeydir, ama bana kalırsa hayatta elle tutulur bir şey
(Sayfa 408)
yapmak daha iyi bir şeydir… Evet, inkılap ağalara dokunamaz!”
İşte senin o “ya hep ya hiç ” anlayışın. Sana biraz geniş ve esnek olmayı öğretemeyeceğim. Sana göre hayatta iki tür anlayış var. Ya bir şeye karşı çıkarsın yada benimsersin. Arası yok! Ağabeyin de öyle. O karşı çıkıyor. Anladığım kadarıyla , karşı çıkmayı o kadar ileri götürmüş ki en sonunda yaşamaya bile karşı çıkar olmuş. Şaka sanıyorsun ama öyle. Bu sizin huyunuz. Sen de bir ticaret biliyorsun bir de aile düşünmüşsün, gerisini boşveriyorsun karşı çıkıyorsun. Ama öyle değil ki. Her zaman bir üçüncü yol vardır. ” O da uzlaşmaktır.” “Sende ağabeyinde bunu öğrenmelisiniz…” Birbirinize ne kadar yakınsınız farkında değilsiniz!
Ömer, “Çok şükür bende hırslıyım!” dedi. Gülerin kendisine baktığını fark etti. “Küçük zevkler, küçük dertler bana yetmiyor!” Birden özür dilemek , kendini açıklamak istedi: “Çok şey yapmak istiyorum. Azla yetinmek istemiyorum. Bilmem anlatabiliyor muyum? Benim hırsım belirli bir şeye karşı duyulan hırs değil! Her şeye karşı hırslıyım. Bütün o şeyi… Hayatı, ölüme gelen her şeyi ele geçirmek istiyorum!”
Atiye Hanım, “Gençlik, gençlik…” diye mırıldandı.
“İnanıyordun… Fatih olacaktın , çok para kazanacaktın, İstanbul’u , Türkiye’yi fethedecektin… Bunların çirkinliğini bir yana bırakıyorum. Sen bunları yapmadın ki ? Başkaları evliliğinle alay eder diye de evlenmedin. Bir şey yapmıyorsun. Çünkü zekanın hakkını vermek istiyorsun. Sanıyorsun ki , bir şey yaparsan elinden eleştirme yok yok yalnızca alay etme hakkın gidecek. Evlenmiyorsun, çünkü evlenirsen başkalarının evliliğini basit , çirkin, sıradan , yüzeysel bulmaya hakkın olmaz. İstanbul’dan da kaçtın. Oraya sığındın. Peki niye buraya geliyorsun. Çünkü herkesin ne yaptığına bakacaksın. Herkesin ne kadar bayağı olduğunu görerek keyifleneceksin. Sen buraya meraktan geldiğini söylüyorsun değil mi kendin? Buraya meraktan değil , işte bunun için, beğenmemek için geliyorsun.”
Sizi anlıyorum. Siz inanmadan önce düşünmek, anlamak istiyorsunuz. Bunu yaptığınız içinde inanamıyorsunuz. Ama böyle mutsuzluktan kurtulamazsınız ki…Önce kendinizi duygularınıza bırakın! Önce inanın heyecanlanın. Sonra aklınızı kullanırsınız… Böyle durup derinlemesine düşünmek, bu işte insanı mutsuz yapar. Türkiye’de böyle düşünmek toplumun dışına iter. Bunu benim kadar bilirsiniz….
Beğendiğim Konuşmalar
“Burada düşünen yalnız kalır… Burada duygulanmadan düşünmek sapıklıktır… Hemen her şeyi aklımızla nasıl kavrarız? Yaradılıştan bize yalnız akıl verilmemiş. Duygularımız da var! Türk bayrağını görünce, Hatay’da olup bitenleri öğrenince heyecanlanıyor musunuz? Biraz olsun heyecan yeter! Heyecanlanın, inanın, toplumun içine katılın, kendi aklınızı silin işte o zaman mutlu olacaksınız…”
“Sıradan şeylere , sıradan bir hayata her zaman karşı koymalı. Ama bu yetmez. Gürültü patırtı etmeli. Her şeyi ele geçirmeli. Aynı şeyleri söylüyorum!” Çürütülemeyecek düşünceler ileri sürdüğü için özür diler gibi yaptı. “Günlük hayatın çekiciliğinden, küçük mutluluklardan insan kaçınmalı!”
“bedelini ödemeden hayatında derinlik arıyor”
“çünkü şairlik sessiz bir iş. şiirle neyi kırıp döker, neyi ele geçirebilirsin ki?”
‘Selahattin’in de var, Demirci Mustafa’nın da var, hatta Fuat Bey’in bile bir zamanlar varmış!’
diye mırıldandı. ‘Üstelik Mustafa’nınkini karısı bilir, ses etmezmiş!’ (Sayfa 506)
-Demolins’e göre İngilizlerin üstünlüğünü, orada bireylerin, insanların daha özgür
olmasında aramak lâzım. İşte bizde bu yok. Bizde öyle özgür, aklını kullanan,
girişken insan yok! Bizde herkes köle, herkes boyun eğmek, toplumun içinde
erimek, korkmak için yetiştiriliyor. Eğitim dedikleri şey hocanın dayağı, anneyle
teyzenin saçma tehditleri. Din, korku, karanlık düşünceler, ezberlenmiş
şeyler…Herkes boyun eğerek, birisinin himayesine girerek, kulluk ederek
yükseliyor. (Sayfa 75)